TAMANG HERITAGE TRAIL
TAMANG KÜLTÜREL MİRAS YOLU
07.10.2024 - DALAMAN –
Bu seyahatime yazı yazma açısından pek istekli başlamadım. Basılmayı bekleyen iki ve basıma hazırlanan bir diğer kitabımın basılma konusu biraz sorun oldu. Belki de bu isteksizlik buradan kaynaklanıyordur. Bunları bastırabilmek için bayağı bir bütçe gerekiyor zira gönüllü basmak isteyen bir yayınevi bulamadım. Açıkçası aramayı bile doğru dürüst bilmiyorum!..
Neyse yine de içimi dökmek için bir yola gereksinimim olacağı gün gibi aşikar. Eh, bundan pratik bir yol da yok…
Şu anda kulak zarlarını delercesine müthiş bir gürültü ile 2 veya 3 savaş uçağı havalandı. Bölgemiz öylesine karışık ki ister istemez içime bir korku girdi. Dilerim bizi de bu iğrenç bataklığın içine sokmazlar.
Havaalanına erkenden geldik. Oğlum Sarp ve canım Oya’m beni uğurlamaya geldiler. Yaş ilerledikçe bu ayrılmalar ve kavuşmalar biraz hoş olmaya başladı… Check-in sırasında acemi bir yer hostesi biraz canımı sıktı. Aylar öncesinden aldığım uçak biletimin sorunsuz işlem görmesini beklerken küçük hanım İstanbul – Katmandu uçağında yer yok görünüyor demez mi!.. E-eee?.. Bir yerleri aradı. Görüştükten sonra, “Sorun yok!.. Biniş kartınızı uçağa giriş yaparken size verecekler…” dedi. Yahu saçmalığa bak!.. “Niye şimdi veremiyorsunuz?” diye sormadım, zira acemi ve bilgisiz bir insandan düzgün bir yanıt alamayacağımı bildiğimden daha fazla gerileceğimi hissettim.
Canlarımla vedalaştıktan sonra güvenlikten geçtim. Başladım beklemeye ama konu netleşmeden rahatlayamayacağımı bildiğimden bir danışma masası bulup konuyu netleştirmek istedim.
08.10.2024 – Katmandu Guest House, KATMANDU
Güvenlikten tekrar çıkmak zorunda kaldım zira danışma güvenlik kontrolünden geçtiğimiz alanda değil check-in yaptığımız salonda imiş. Danışma diye bilet satışa gitmişim ama yine de yardımcı oldular ve sağolsunlar daha deneyimli iki delikanlı içimi rahatlattılar. Fakat yine de içimde ufak bir şüphe ile yeniden güvenlik kontrolünden geçip biniş kapısına gittim. Kısa bir süre sonra yolcuları almaya başladılar. Görevli çocuklarla rahat bir ortamda görüşebilmek için yolcuların çoğunun uçağa yönelmelerini bekledim. Yer hostuna daha bir şey söylemeden kimliğimi görür görmez, “Buyurun sayın Hatipoğlu” diyerek çantasından İstanbul – Katmandu biniş kartımı elime verdi. Eh, artık rahat rahat Katmandu yolunu tutabilirim.
İstanbul’a güzel bir inişle ulaştık. Eskiden olduğu gibi çok uzun saatler beklemek zorunda değildim bu seyahatimde. Sanırım 2.5 – 3 saat sonra yolcuları almaya başladılar. O da ne? Bizim biniş kapımıza inanılmaz bir kalabalık yüklendi. Uçağa gitmek için genelde yolcuların çoğunun binmesini bekler ondan sonra sıraya girerim ancak bu kalabalık korkuttu beni ve ben de gittim sıraya girdim. Burada görevliler hızlı hareket ettiler ve çabucak uçağa ulaştık.
Uçağa girdiğimde kalabalığın nedenini anladım. Uçak çok büyük; bir sırada 8 koltuk var. Aksi gibi ortaya düştüm. Ama iki yanıma da ince insanlar oturunca çok sıkışmadan 7 saati kıyasla rahat geçirdim. Tek sıkıntım tuvalete gitmek için uyandırmaya kıyamadığım için uyanmalarını beklemek oldu. O da çok sıkıntı yaratmadı neyse ki…
Nepal saati ile 06.00’da Katmandu’ya vardık (bizim saat – 03.15). Havaalanında inanılmaz gelişmeler vardı (sanırım üç yıl önce geldiğimde de bu gelişmelere tanık olmuştum ama unutmuşum. 3 veya 4 yıl önce bu gelişmeler gerçekleşmiş). O ilk yıllardaki zavallılık tamamen yok olmuş, bayağı düzenli, büyük ve temiz bir havaalanı olmuş.
Giriş vizesi almak için bir bilgisayarın yardımına başvurmak durumunda kalınca insanlar bocalıyor ve bunun sonucunda da işler ağır ilerliyordu. Sonunda sıra bana geldi. Öncekileri dikkatle izleyerek ne yapmam gerektiği konusunda fikir edindiğim için çok sıkıntı çekmeden başvurumu tamamlayıp vize ücretini ödemek için gişeye gittim. Bizde yurtdışı harcının arttığı gibi burada da vize ücreti artmış sanki, 48 euro ödedim (50$).
Çantaları biraz uzun zaman beklemek durumunda kaldım. Ben vize işlemleri ile uğraşırken bazı çantalar ve bavullar gelmiş, insanlar almayınca da bir yere yığmışlar. Bir görevli bana o yığına bakmamı belirtir şekilde hareketler yapınca gittim arandım. Ama benim çocukları göremedim. Tekrar konveyör bandına yöneldim. Başladım beklemeye. Epey bir bekleyiş sonrasında bir görevli son çantanın da geldiğini söylemez mi!.. Haydaaaa!..
Tekrar ilk baktığım yığına gittim. A-aaa!.. Bizimkiler orada!.. Meğer ilk gelenlerdenmişler ama üstlerine başka çanta ve valizler konulunca gözümden kaçmışlar. Neyse gelmişler ya, önemli olan o…
Sonunda çıktım havaalanından. Etrafa bakındım, Raj Kumar yok. Genelde hemen karşımda belirirdi!.. Telefon edebilmek için wi-fi’a ulaşabileceğim bir yer arayışına girecektim ki el salladığını gördüm. Gittim yanına sarıldık…
Otele gelip yerleştikten sonra Nepal sim kartı almak ve biraz para bozdurmak için uygun bir yer arayışına girdik. Çoğu yer kapalı. Saat çok erken daha. Açmamış çoğu. Bir telefoncu bulduk ve girdik. 20 GB interneti olan bir kartı 1200 rupiye aldık. Dağda da çekeceğini söyledi ama ben önceki deneyimime bakarak oralarda da ayrıca para vereceğim kanısındayım. (Kaldığım hemen hemen her yerde wi-fi olması beni çok şaşırttı. Dolayısı ile yeni aldığım kartın kapasitesini doğru dürüst kullanmadım.) Çok ta umurumda değil açıkçası. Fazla teknoloji ile kendimi meşgul etmek istemiyorum. Daha çok burada olmanın keyfini çıkarmak istiyorum.
Öğlene doğru Raj beni otele bıraktı. Odaya girdikten sonra otelde bırakacağım eşyaları düzenlemeye giriştim. Bitirdikten sonra da biraz dinlenirim. Her zaman olduğu gibi malzememin ana yükünü rehberim Purna yüklenecek. Ayarlamam bittikten sonra çantam bana yine de ağırmış gibi geldi. Eğer öyle ise yarın akşam Syabru Besi’de yeni bir ayarlama yapmam gerekebilir. (Daha sonra odamda Purna kontrol etti çantamı ve beklediğinden daha hafif olduğunu söyleyince içim rahatladı…)
Purna ile biraz önce tanıştık. İyi bir çocuğa benziyor. Bugüne kadarki rehberlerimle kıyaslayınca İngilizcesi en iyi olanı gibi görünüyor. “Tamang”lardanmış. Onlar da “Sherpa”lar gibi Tibet’ten göç etmişler. Kültür ve dilleri aynı. Onlar da Sherpa’lar gibi ağırlıklı olarak Solu Khumbu bölgesinde yaşıyorlarmış.
Çantaların ağırlık ayarlamaları, rehberle tanışma faslı bittikten sonra biraz dinlenirim diye düşünmüştüm ama yine dayanamayıp çıktım dışarı. Getirmeyi unuttuğum alınacak şeyler vardı; tuvalet kağıdı ve ıslak mendil.
Dönüşte yine dayanamadım ve kitapçıya daldım. Her zamanki gibi Wilbur Smith’in eksik olan eserlerini sordum. Yokmuş… Sonra aklıma yıllardır almayı düşünüp te bir türlü denk getiremediğim iki kitabın özet çevirilerini aldım. Özet dediğime bakma, Mahabharata 482 sayfa (530 rupi) ve Ramayana 387 sayfa (560 rupi). Bizim paramızla 427 TL. Ayasya tümünün çevirisini yapıyor. Benim için bu tarz eserlerin özetleri de yeterli, çünkü eskisi kadar ilgimi çekmiyorlar. Üstelik Ayasya’nın çevirilerinin tümünü almaya kalksam çok pahalıya gelecekti. Mahabharata şu anda 6 cilt, Ramayana ise 4 cilt; devamları var mı bilmiyorum. Mahabharata’nın sadece bir cildi 480 TL.
Ramayana’nın aklıma takılmasına neden olan Erich von Daniken’in “Bermuda Şeytan Üçgeni” adlı eseri idi. Ki bu kitabı 50 yıldan fazla zaman önce okumuştum. Bu destanda uzaylıların dünya semalarında bir hava savaşı yaptığını dile getiren bölümler olduğunu iddia ediyordu. Bakalım öylesi bir yorumla karşılaşacak mıyım!?!..
Bugün çok gevezelik ettik seninle… Gerçi yazacak çok ayrıntı var ama yoruldum.
Yarın sabah 08.30’da 4x4 ile Syabru Besi’ye gidecek ve orada konaklayacağız. 6 ila 9 saat arası süreceğini tahmin ediyor Purna. Net olarak yolu katettikten sonra göreceğiz.
Yarın görüşürüz…
FOTOĞRAF - https://www.geckingezgin.com/08102024,2,1248
09.10.2024 – Potala Guest House – SYABRU BESİ
Dün gece kendime ne kadar engel olmaya çalışsam da uzun yolculuğun ve yorgunluğun getirdiği bitkinliğe engel olamadım ve dokuza doğru uyuyakaldım. Herhalde biraz uykumu almış olacağım ki koridordaki gürültülere uyandım. Önce tekrar uyumaya gayret ettim ama ne çare!.. Tekrar uykuya geçtiğimde saat gece yarısını geçmişti. Fakat işin güzel tarafı ondan sonra sabah 07.00’ye kurduğum saat çalana kadar deliksiz uyudum.
Kalkıp son hazırlıklarımı yaptıktan sonra kahvaltıya indim. Bol çeşitli açık büfe… Yine de fazla yemedim ve normalde yediğimden pek fazla bir şey yemedim. Yalnızca ek olarak güzel bir meyve tabağını silip süpürdüm…
Kahvaltımı bitirip odama çıkmak üzere o tarafa yöneldiğimde telefonum çaldı. Raj Kumar gelmiş ve Purna ile otelin bahçesinde oturuyorlarmış. Bana bir 10-15 dakika izin vermelerini ve onları aradığımda çantalara yardımcı olmaları için odama gelmelerini rica ettim.
Odada son ayrıntıları gözden geçirdikten sonra aradım. Odaya geldiler ve birlikte çantaları indirdik. Otelde bırakacağım eşyaları Raj Kumar’dan ödünç aldığım çantaya yerleştirmiştim onu otele teslim ettikten sonra diğer malzemelerle birlikte otelin bahçe kapısında bizi Syabru Besi’ye götürecek 4x4’ü beklemeye başladık. Bu sefer eskiye kıyasla otele teslim ettiğim çantaya getirdiğim giysi ve malzemelerin en az yarısını bıraktım. Bu da iyi oldu. Zira Raj Kumar etkinliği benim için biraz daha ucuza getirmek amacıyla sanırım yine benim çantayı da rehbere yükledi. Neyse ki çanta bu sefer bayağı hafif.
08.30’da aracımız geldi. Şoförümüz de Tamang, Tila Tamang. Çocuk çok iyi çıktı. Syabru Besi yolu son yağışlardan ve sellerden dolayı kullanılamaz hale gelmiş. Bu nedenle de alternatif dağ yolundan geldik. Ama ne yol!.. Viraj mı desem, uçurum mu desem, traktörün bile zorlanacağı şekilde berbat bir yol mu desem, hepsi var. İçim dışıma çıktı…Bu işkence beş buçuk, altı saat kadar sürdü. Fakat Tila inanılmaz derecede dikkatli ve iyi bir sürücü çıktı. Bu tehlikeli yolu kazasız belasız atlatarak hedefimize sağ salim ulaştırdı. Hem kendisine hem de Purna’ya dönüşte de bizi Tila’nın götürmesini istediğimi söyledim. Şimdi Raj’ı da arayıp ona da söyleyeyim.
Şu ana kadar edindiğim izlenim bu bölgenin daha önce keşfettiğim yerlere kıyasla daha az gelişmiş olduğu yolunda. Her zamanki insanlar dünya tatlısı ama sanki diğer yerlerdeki kadar yabancılara alışık değiller gibi!.. Belki de yanılıyorumdur…
Otele yerleştikten sonra köyün içinde biraz yürüyüşe çıktım. On dakika kadar sonra uzakta bir tepede rengarenk bir Buda heykeli gözüme ilişince hedef belirlenmiş oldu. Turist olduklarını düşündüğüm birilerinin de oraya gittiklerini var sayarak peşlerine takıldım. İçlerinden birisi ile sohbete başladık. Turistler ama yerli turistler. Onlar da bugün gelmişler. Tamang Heritage Trail’i yapmadan doğrudan Langtang Valley Trek’i yapacaklarmış. Konuşma sırasında benim hedeflediğim tepenin daha yukarılarında bir başka noktayı gözlerine kestirmişler oraya gidiyor olduklarını öğrendim. Yani yollarımız farklı ve ben yanlış yoldayım!.. Adamcağız bir yerliyi çevirdi ve heykele nasıl ulaşabileceğimi sordu. Garibim Nepalce anlattı anlattı ama yer yurt, dil bilmeyince apışıp kaldım… Sonunda baktı olmayacak, gittiği yönün tersinde olmasına rağmen elimden tuttu beni ve sapmam gereken ve zar zor belli olan bir patika girişine kadar götürdü. Ben teşekkür edip girdim patikaya. O da orada bir yere oturdu çıkışımı seyrediyor. Tekrar dönüp “Dhanyabhad... [Teşekkür ederim]” dedim, o oturmaya devam ediyor. Biraz ilerledikten sonra patika çatallaştı. Bana bağırmaya başladı, “Dai!.. Dai!..[Abi… Abi…]” Ardından da bir şeyler söylüyor, anlamıyorum ki!.. Çatalda biraz oyalanıp bir tanesine dalınca doğru tarafa yöneldiğimi görüp kalktı gitti. Demek onu anlatmaya çalışıyormuş… Sağolsun!..
Biraz ilerledikten sonra patika basamaklara dönüştü. İlk anda zorlandım. Sanırım biraz hızlı girdim. Sonra da “Bu performansla ben nasıl bu işin üstesinden geleceğim? Daha da işin başındayız…” demeye başladım. Sonra, “Kimse sana koştur demiyor. Temponu kendin ayarla. Nefesini düzelte düzelte çık, yani arada dur dinlen. Bak bakalım ne olacak!” telkini ile bir de bakmışım işte, heykelin yanındayım…
Heykeli yeni boyuyorlar. Şansıma çoğu bitmiş. Harika bir renk cümbüşü ve oymalar var. Bir sürü fotoğrafını çektim. Nedense işin içine dini inançlar girince ibadet yerleri hep çok şatafatlı oluyor.
Dönüşte de geldiğim yolu izleyecektim fakat rehberleri ile Amerikalı bir çift diğer taraftan inişe geçince ben de onlara ayak uydurdum ve o inişi tercih ettim. Yalnız daha yeni inmeye başlamışlardı, nereye kayboldu bunlar? Tamam ben çok yavaşım da bunlar uçmuş olmalılar!.. İniş gayet dik. Bir şekilde gözüme ilişmeleri gerekirdi diye düşündüm ama yoklar… Kayıplara karıştılar. Şaştım kaldım!..
Yavaş yavaş, çevremi içime sindire sindire ve fotoğraf çeke çeke indim aşağı. İnişlerde daha rahat fotoğraf çekebiliyorum. Çıkışlar mahvediyor beni… Aşağı iner inmez yolda 5-6 tane 10-12 yaşlarında muzır takıldı peşime. Biraz şamata, biraz kameraya poz verip fotoğraf çektirme ile geçen bir süre bana takılıp eğlendiler.
Bugünkü notların sonuna geliyorum. Vedalaşmadan önce bir itirafta bulunmam gerek; 07.30’da kahvaltı ettim. Saat 11.00 gibi öğle yemeği için durduk. Çocuklar bol kepçe dal bhat yedi. Ben ise sadece zencefil, bal ve limondan oluşan klasik içeceğimle yetindim. Bu notlara başladığımda otelde bir tane daha içtim. Şu anda saat 17.08. 18.00 için kızarmış patatesli momo söyledim. Aslında hâlâ aç değilim, ama Oya’nın korkusuna yemem gerek. Ayrıca yarınki yürüyüş için onun hazırladığı kurabiye, incir ve cevizden oluşan yolluk bile hazırladım. Yolda Purna ile paylaşarak yeriz artık.
Buranın havası mıdır, yorgunluk mudur nedir, acayip esnemeye başladım. Şu saat altı olsa da artık momomu yiyip yatağıma girsem.
Haydi hoşça kal!..
FOTOĞRAF - https://www.geckingezgin.com/09102024,2,1249