9 Ocak 2008 Çarşamba
GEÇMİŞLE İLGİLİ BİRKAÇ KELİME...
Kaç gündür kafamda kurmaya çalışıyorum, kendi hakkımda neler yazabilirim diye…
Ama olmuyor… Bir türlü olmuyor…
Sonunda öylesine başladım işte.
Yaz çocuğuyum ben… Haziran doğumlu… Ondan herhalde sıcakla aram iyi. Kendim için en ideal yerleşim yerini de yıllar önce tespit ettim; Kanarya Adaları. Yazın 30˚ kışın 18˚ ortalama sıcaklık. Tam bana göre…
1951 yılı; ülkemin geriye doğru adımlar atmaya başladığı yılların başı. Bu nedenle ülkem için hem kötü hem de iyi. Neden mi iyi? Eee, ben doğdum ya…
Benim için belleği güçlü diyenler var. Bilmem, acaba? Zira anımsadığım en erken anılarım 6 yaş civarı. Onlardan da pek emin değilim ya!.. Annemin ve diğer büyüklerin anlattıkları mı yoksa benim anımsadıklarım mı belleğimde yer eden emin değilim.
Bor’dayız, babam kaymakam. Devasa bir konakta oturuyoruz. Babam zırt pırt evden uzakta ve kimi zamanda iyice uzakta; Ankara’da. Bir kedim var, evin geniş pencere sahanlığına oturup kedimi kucağıma alıp okşayarak “Babacığım, babacığım…” diye severdim (mişim mi?)…
Sünnetim o kasabada gerçekleşti… Erkekliğe ilk adım. Ne komik, değil mi? İnsanın bir uzvundan bir parça kesiliyor ve erkek oluyorsun. Breh, breh, breh!..
Sünnet sonrası ünlü bir deyişi gerçekleştirme çabasında bulundum ama maalesef hakimin çocukları beni kurtardı; devasa arka bahçede bulunan küçük süs havuzunda neredeyse boğuluyordum, ki o tıfıllığıma rağmen diz boyundan fazla su yoktu içinde. Olanaksızlıkların olabilirliğini mi kanıtlamaya çalışıyordum?!?!..
Ankara ve yuvaya başlangıç. Ediz Ana ve İlkokulu.
Çalışkan bir öğrenci olarak öğrenim yaşamıma başlamışım. Yuvadan sonra ilkokulun ilk iki yılını Ediz’de okuduktan sonra Ankara Koleji sınavına girdim. O zamanlar tabii şimdilerde olduğu gibi kurslar özel dersler yok. Anımsamıyorum kaç kişi girdiğini ama 12. olarak kazandığımı unutamıyorum. Varmış çocukta bir şeyler.
Peki böyle bir başlangıçtan sonra dördüncü sınıfta ikmale kalmasını ve yine aynı sınıfta öğretmenin çocuğun saatlerce kıvranmasını gördüğü halde tuvalete gitme izni vermemesi sonucu altına yapmasını nasıl açıklayabileceğim?.. (Rahmetli Rüçhan Uras Hocam nur içinde yatsın!..) Ağır, uslu ve çalışkan çocuk sanırım o seneden sonra yavaş yavaş başkaldırıya yönelmeye başladı.
Yine de hazırlığı atlayarak orta bire geçtim. Ama ondan sonra bütünlemeler hiçbir yıl peşimi bırakmadı. Ve ilk yıl aldığım karne, çok titiz olmama ve babamdan çekinmeme rağmen ikiye katlanıp arka cebe yerleştirildi ve uslu (!) arkadaşlarla beden salonunun camları indirildi…
Çok ayrıntıya giriyorum galiba… Ama ne yapayım o ilkokul anım beni son derece olumsuz etkiledi. Oğlum ilkokula başlayacağı zaman her şeyden önce öğretmeninin kişiliğini araştırmak zorunda kaldık. Okulun eğitim düzeyi hiç umurumda değildi. Yeter ki öğretmeni oğluma iyi davransın. Bunun sonucunda da oğlum o öğretmenin attığı temel sayesinde başarılı bir öğrenci oldu. Bir ders çıkarmak gerekiyor burada bence, zaten onun için yazdım tüm bunları; ilkokul bir çocuğun öğrenim yaşamında en önemli dönemi oluşturuyor.
Maalesef 11 yılım Kolej’de geçmiş olmasına rağmen yalnızca ilkokul diplomam var. Ortaokul, Konya Maarif Koleji ve lise de Zonguldak Kilimli Lisesi.
Sonrasında bir İngiltere macerası. Leicester Polytecnic’ten HND, ek olarak ta “Distinction”la İşletme sertifikası alarak mezun olarak resmî öğrenimi noktalamak.
Bundan sonra yaşamın zorunlu eğitimine başladım.
Amaç İngiltere’de kalmaktı. Ama İngiltere elektronik sanayiye geçeli çok olduğundan benim mesleğim gibi orta derece sanayi kollarından olan tekstil alanında iş bulmak kolay değildi. Bu arada bir sürü iş deneyimi yaşadım. Barmenlik, süpermerkette bütün gece çalışarak rafları doldurma, Ford fabrikasında temizlik işçisi, çeşitli yerlerde bulaşıkçılık, orta düzeyde bir otelin salata barını işletme, bir gazete ve derginin mizanpajcılığı gibi değişik işlerde çalıştım.
Türkiye’de iken elimin sıcak sudan soğuk suya değmemesi düşünülürse ciddî bir gelişme…
Bu dönemde, babadan bulaşmış olsa gerek, siyasete de bulaştım. Sonraları bıraktım desem de berbat bir virüs bu, sen bıraksan da o seni bırakmıyor… Ama uzağım yine de…
İngiltere’deki yaşamımın hemen hemen son iki yılını kaçak yaşadım. Amaç İngiliz vatandaşlığı hakkını elde edebilmekti. Nasıl mı? O dönemlerde suç işlemeden üç yıl kaçak yaşamayı becerebilen yabancılara böyle bir hak tanınıyordu. Ama, hasret… Zor be, birader!.. Dayanamadım… Yaşamadıkça anlamaz insan Nazım’ın hasret kokan şiirlerini;
KEDERLENİYORUM
Bir Üsküdar balkonunda guruba karşı demlenir gibi
bir akşamüstü, Laypzig'te, tramvay durağında
tadını çıkara çıkara, yudum yudum
kederleniyorum.
22 Haziran 958
Geri dönüş düşüncesiyle geldim vatanıma. Askerlik yapıp döneceğim, yoksa “haymatlos”luk var işin ucunda. Gerçi ne yazar… Vatan benim vatanım, kim alabilir ki onu elimden? Kağıt üstünde aldılar da vatandaşlık hakkını, Nazım “vatan”sız mı oldu? Tüm dünya onu “Büyük Türk Şairi” olarak tanıyor… Breh, breh, breh…
Olmadı, dönemedim… Çaldı zira bir Çerkes kızı kalbimi. Hem de nasıl!.. Bir haftada evlenme teklif edercesine ve reddetmesine fırsat vermemek için sevgimle boğarcasına…
Kaldık işte bu kahrolası, bu tanrının unuttuğu, bu tapılası ülkede…
Esnaflık, memurluk derken geldik bu günlere…
Eeee, iyi de gezgin nerede?
O her zaman orada bir yerlerdeydi… Taaaa çocukluğumdan beri…
Polatlı’ya, Kargalı’ya giderken o 75 kilometrelik yolun sağında solunda en az iki üç karavan kampı görürdüm. Atlı karavanlar. Çingenelerin. Nasıl imrenirdim onlara!.. Keşke ben de onlar gibi yaşasam derdim herkese. Gülerlerdi…
Yarım asır geçmeliymiş o yönde adım atmam için. O elli yıl boyunca yaptığım kaçamakları saymazsak siftah DASK’la başladı… Başlayış o başlayış… Sadece yürüyüş dedik ilk zamanlar. Tırmanma olmaz… Asla, hiç sanmıyorum!.. Önce Karadeniz tutkusuyla Kaçkarlar’a uzandık ve yavaş yavaş bir şeyler kıpırdanmaya başladı içimde. Ardından Aladağlar Emler Zirvesi geldi. Onu Ağrı Dağı takip etti. Şimdi sırada Annapurna Ana Kamp var… Sonra Klimajaro, Mont Blanc, Demavend, v.b. Kimbilir, belki Everest’e çıkan en yaşlı ilk Türk bile olabilirim…
Hayaller…
Ama onlarsız hiçbir yere ulaşılamıyor. Önce kafanda kur… Sonra yapması kolay…
Pek özgeçmişe benzemedi ama ne yapayım içimden şimdilik bunları söylemek geldi…