Sene 2009… Heyecan dorukta…
Yine bir dağ etkinliği ama bu sefer yol uzun ve gidilecek zirveler dünyanın çatısında. Evet, Himalayalar’a gidiyorum. Hedef önce Everest Ana Kamp (5.400m civarı) sonra Island Peak (6.189m). Tırmanacağım en yüksek nokta olacak. Ancak nihai hedefin 8.000 metrenin üzerinde bir yüksekliğe tırmanmak olduğu düşünülürse ufak bir yükseklik bu.
Katar üzerinden uzun ve beklemeli bir yolculuk sonrası Katmandu’ya ulaşıyorum. Nepal’e ikinci gidişim bu. Daha insanları tam anlayabilmiş olmamama rağmen çok sıcak ve sevimli geliyorlar bana. Kimi zaman ağır kanlılıkları beni çileden çıkarsa da güzel insanlar. İşte bu güzel insanlardan ikisi beni havaalanında çiçeklerden oluşan bir kolye ile karşılıyorlar; Madan, ki benim bir önceki ziyaretimde rehberimdi, ve bu ekspedisyonumda rehberim olacak D.B. (Dan Bahadur).
Bu ekspedisyonum tırmanış içerdiği için rehberim profesyonel dağ rehberi. İngilizcesi fena değil, Madan’a kıyasla daha iyi anlaşacağız. Madan’la Annapurna Ana Kamp’a giderken ben bir ara devamlı anlatıyorum o da “Yes, yeeees!..” diyor. Fakat bir süre sonra bu işte bir gariplik var demeye başladım, zira çok fazla tepki vermiyor ve sadece gülerek yeees diyor. Bunun üzerine, “Madan, sen benim ne dediğimi anlamıyorsun, di’mi?” diye sorunca gelen tepkiye kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum: “Yes, yeeees!..”
Katmandu dünyada görülmesi gereken en önemli kentlerden bir tanesi. Ancak bu seneki depremden sonra ağır yıkıma uğramış olmasından korkuyorum, diliyorum ki tarihi binalar çok zarar görmemiş olsun… Nepal’e gelen hemen hemen herkesin ilk uğrak yeri Katmandu.
İlk gün yol ve ekspedisyonla ilgili hazırlıkları yaptıktan sonra ertesi gün artık yola çıkmaya hazırdık. Everest Ana Kamp bölgesine, yani Khumbu’ya yapılacak ekspedisyonların başlangıç noktası olan dünyanın en riskli ilk beş havaalanından biri olan Lukla’ya (2.800m) sağ salim uçtuk. D.B. istediğim gibi beni çok sıkboğaz etmeden kendi tempomda hareket etmeme izin veren bir rehber. İyi başladık. D.B. Lukla’da son düzenlemeleri yaparken ben de bir pansiyonda ballı limonlu sıcacık içeceğimi yudumladım. O günkü hedefimiz Phakding’e (2.500m) ulaşmaktı. Trekking ve dağ etkinliklerinde karanlığa kalmayı hiç sevmem o nedenle tempoyu hızlı tuttum o gün. Ancak baktım daha öğlen olmadan hedefe ulaşmışız. Eee, ne yapacağız? Bütün gün oturmak sıkacak. Ama kalmamız gerekiyormuş. Yüksekliğe uyum sağlamak açısından gerekli bir nokta.
Phakding’te biraz boğazım kaşınmaya başladı. Önemsemedim. Ancak yükseldikçe kaşıntıyla birlikte kuru bir öksürük te buna eşlik eder oldu. Bir sonraki konaklama noktamıza geldiğimizde iştah ta yokolmaya başladı. Zaten ben dağ etkinliklerinde pek bir şey yemem ama bu sefer daha da az yemeye başladım. Namche Bazaar’dı (3.440m) ulaştığımız ikinci yer. Belki bu ufak tefek rahatsızlıklar belki yorgunluk, gerçekten zorlu bir gündü, D.B. ile ilk çatışmamızı yaşadık. Hemen toparladım kendimi ama bir kere kalbini kırmış bulundum. Bundan sonraki günler artık bana soğuk davranmaya başladı. Akşamları içmeye başladığında iyi davranıyor sabah ayıldığında yine uzak ve soğuk.
Thengboche’ye (3.867m) ulaştığımız gün beni bir yerlere yerleştirdi ve kayboldu. Aksi gibi o gün de soğuk, kapalı, sisli iç karartıcı bir hava var. Ne yapabilirim diye sormak için bizim delikanlıyı arıyorum, kayıp. Ben de kendi başıma manastırı ve çevreyi keşfe çıktım. O gün akşam uyku düzenimin nasıl olduğunu sordu. Ben de pek iyi uyuyamadığımı ve bunun da etkisini görmeye başladığımı söyledim. Bir şey söylemedi.
Gelen günlerde bu uykusuzluk zaten boğaz kaşıntısı, öksürük, iştahsızlık çektiğim bir ortamda beni gittikçe güçsüz düşürmeye başladı. (Sonradan Lukla’ya dönerken karşılaşıp sohbet ettiğim dağ rehberlerinin müşterileri için kullanmak üzere Diamox adında uyumaya yardımcı olacak bir ilaç taşıdıklarını öğrendim. Aslında idrar söktürücü bir ilaçmış ama nasıl bilmiyorum bir şekilde uykuyu da düzenliyormuş). Dukhla’ya (4.620m) geldiğimizde Island Peak tırmanışından vazgeçtiğimi ve Everest Ana Kamp’a ulaşmamızın yeterli olacağını söyledim. Masraflar konusunda fikir sormaya kalktığımda, bazı şeyleri yapmayacağımız için ödememin azalması gerektiğini söylediğimde, sinirlendi ve bu konunun onu ilgilendirmediği gibi şeyler söyledi. Ama o kadar aksilendi ki buz gibi bir ortam oldu. O andan itibaren de artık ipler iyice koptu. Olabildiğince benden uzak durup taşıyıcımız çocuğun da bana çantamı taşıma konusunda ara ara ettiği yardımı engelledi. Bunu fark ettiğimde rahatsızlıklarımın ve yorgunluğumun verdiği gerginlik iyice arttı.
Sonunda Gorak Shep’e (5.160m) ulaştık. Orada yine bana uyku durumumu sordu ve ben berbat deyince pansiyon sahibinde Diamox olabileceğini ondan satın almamı önerdi. Ben de öyle yaptım ve gerçekten o gece az da olsa son günlerdeki en güzel uykumu uyumuş oldum. Aramızın gergin olmasına rağmen yine de beni düşünüyormuş. Fakat soğuk davranmaya devam ediyor.
Sabah Everest Ana Kamp’a (5.364m) gitmek üzere yola çıktık. Benim bu ekspedisyondaki en önemli hedefim şimdiye kadar çıkabildiğim en yüksek noktaya ulaşmaktı. Yarı yolda baktım Ana Kamp’tan daha yükseklerdeyiz. D.B.’ye sorduğumda 5.400-5.450 metrelerde olduğumuzu söyledi. O zaman, dedim, ne gerek var Ana Kamp’a gitmeye, çıkardım bayrağımızı ve birkaç poz fotoğraf çektirdikten sonra geri dönüşe geçtik.
O gece Lobuche’de (4.930m) konakladık. Bir önceki gün aldığım Diamox’tan bu gece de kullandım ve daha iyiyim. Sadece öksürüğümün ciğerlere doğru inmesinden şüpheleniyor ve kaygı duyuyorum. Yolumuzun üzerindeki Pheriche’de dağ hastalıkları kliniği var oraya bir uğramalıyım. Dukhla’ya geldiğimizde tırmanışta olduğumuz günlerde ceylan gibi sekerek benden uzaklaşan D.B.’de bir tempo düşüklüğü sezinlemeye başladım. Yavaş yavaş geride kalmaya başladı. Sanırım akşamdan kaldı ve bitkin. Çok önemsemedim.
Pheriche’deki klinikte Amerikalı genç bir kadın doktor benimle ilgilendi ve meraklanacak bir şey olmadığını söyledi. Ciğerlerimin sorunsuz olduğunu söyleyerek biraz pastil verdi ve irtifa kaybettikçe kendimi daha iyi hissedeceğimi söyledi. Bayağı keyiflendim ve çıkınca D.B.’ye sarıldım ve barış çubuğu tüttürmek için bir yemek ikram etmek istedim ama açık bir yer bulamayınca yola devam etmeye karar verdik. Fakat baktım D.B. gerçekten çok bitkin ve çok kötü öksürüyor. Ona dinlenmesini ben kendi başıma yola devam edebileceğimi söyledim. Bir süre sonra da onu tamamen gözden kaybettim. O akşam konaklayacağımız Pangboche’ye (3.958m) ulaşıp arkama baktığımda D.B. hala ortalıkta yoktu. Köyün girişindeki bir pansiyonun bahçesine oturup ballı limonlu zencefilimi pırıl pırıl bir güneş altında yudumlarken moralimin yükselmesinin keyfini çıkarıp D.B.’yi beklemeye koyuldum. Dakikalar ilerliyor ama bizim oğlan hala yok. Artık kaygılanmaya başladım. Ne yapacağımı bilemeden oturuyorum. Sonra belki kalacağımız yeri anımsarım (tırmanırken çay molası vermiştik) düşüncesiyle dolanmaya başladım ama bulamıyorum. Karşılaştığım rehberlere soruyorum ve tabii biraz sarı çizmeli Mehmet Ağa oluyor. İyice birbirimizi kaybetmek yerine ben yine ilk oturduğum yere gidiyorum. Uzunca bir süre sonra, ben iyice heyecandan bitmişken, D.B. görünüyor. Berbat durumda. Hemen oturtup içecek bir şeyler söylemek istiyorum. Konuşamıyor bile… Yerinden fırlıyor binanın arkasına geçiyor. Öğürtü sesleri duyuyorum. Yanıma gelince hemen kalacağımız yere gidelim diyorum. Zira bir akrabasının pansiyonu burası. Onlar bakarlar diye düşünüyorum.
Varıyoruz pansiyona. Alt katta divana uzanıyor ben eşyalarımı yukarıda odaya taşıyorum oradaki çocukla. Hemen iniyorum aşağı bakıyorum D.B. derin bir uykuda. Neyse, iyiye işaret. Yarım saat kırk dakika kadar uyuyor. Gözüm devamlı üstünde. Bir süre sonra uyanıyor ve dışarı çıkıp öğürmeye başlıyor ama çıkan bir şey yok. Kalmamış ki içinde bir şey. O arada taşıyıcı çocuk geliyor. Hemen D.B.’yi alıp yakındaki Hillary Hastanesine götürmesini söylüyorum ama D.B. durmadan itiraz ediyor. Bense durup durup bastırıyorum. İki saat filan sonra ancak ikna edebiliyorum ve yola çıkıyorlar.
İnanılmaz derecede huzursuz ve kaygılı bir bekleyişle odama çıkıyorum. Yorgunum ama uyuyamıyorum. Sabahtan önce bir haber alamayacağımı bile bile kafamı dağıtabilmek için kitap okumaya çalışıyorum. Biraz başarılı oluyorum. Bir belki iki saat sonra koridora giren birisini duyuyorum. Benim odam koridorun sonunda. Herhalde yeni bir gezgin geldi diyorum ama ayak sesleri gittikçe benim odama yaklaşıyor. İçimden, tamam, yeter daha fazla gelme diye yalvarıyorum ama ayak sesleri bir kabus gibi yaklaşıyor. Sonunda korktuğum başıma geliyor ve kapı tıklatılıyor.
İniyorum. D.B. divanın üzerinde başkalarının desteği ile ancak oturabiliyor. Yanına ilişiyor kucaklıyorum. Bir şeyler söylemeye çalışıyor. “Sorry sir… Sorry…” [Özür dilerim efendim… Özür dilerim…] Saçmalama özürlük bir konu yok. Sen şimdi hastaneye git, iyileş o konuyu sonra bir yemekte konuşuruz… Devamlı özür diliyor. Yüzünü ellerimin arasına alıp okşuyor, kendisini toplamasını istiyorum… Hastaneye gitmelisin… Çevredekilere hem kızıyor, hem yalvarıyorum. Yahu, ne olur hastaneye götürün şu çocuğu. Sonunda bir küfeyi onun oturabileceği şekilde kesip D.B.’yi içine yerleştirdikten sonra yola koyuluyorlar. Bir sürü köyün gençleri, dönüşümlü olarak taşıyacaklar.
Odama çekiliyorum. Aklımda binbir düşünce ve kaygı ile uyku tulumumun içinde oradan oraya dönüyor sabahı zor ediyorum. Bizim taşıyıcı da D.B. ile gittiği için oradan bana bir ufaklık ayarladılar. Namche Bazaar’a kadar o bana eşlik ediyor. Çocuk hiç ama hiç İngilizce bilmiyor. Namche’ye, kalacağımız yere ulaştığımızda pansiyonda İngilizce bilen çocuğa hemen D.B. ile ilgili haber almaya çalışmasını söylüyorum. Uzun uğraşılardan sonra D.B.’nin kuzeninin eşine ulaşıyorlar. Sonra telefonu kapatıp aralarında sohbete başlıyorlar. Ben de bekliyorum ki bir haber versinler, sonunda kızıp;
Başımdan kaynar sular boşalıyor… Söylenecek bir şey bulamıyorum…
Gerisi ayrıntı. Söylentiye göre 27 ila 32 yaşlarında… Gepegenç bir çocuk daha yokoldu… Ama hiç olmazsa çok sevdiği Himalayalar’ın kucağında yatıyor artık… Orada toprağa verdiler, zira naaşını Katmandu’ya indirip memleketine götürmek çok pahalıya mal olacakmış.
Ölüm nedeni – Yüksek İrtifa Hastalığı
13.09.2015