AĞRI


AĞRI DAĞI

(5.137m)

 

BİR TUTKUNUN GERÇEKLEŞMESİ

 

Sene 2019 sonu veya 2020 başı, 2021 Haziran’ında yedi tane 10’u devirmiş olacağım. Bir şekilde taçlandırmak gerek bunu. Ne olabilir düşünceleri beni Himalayalar’da bir yüksek irtifa yürüyüşü planlamama yönlendirdi. Buna karar verdikten sonra bu etkinliğimin birşeylere katkısı olması arzusu ile TEGV (Türkiye Eğitimi Güçlendirme Vakfı) ile irtibata geçtim ve sonuç umduğumuzdan çok daha iyi oldu.

 

Taçlandırma konusu bir de yardım toplama aşkı ile birleşince bu kadarla kalmamalı dedin iş. Ve bu yıl daha önceleri deneyip başarısız olduğum Ağrı Dağı’na tırmanma fikri içimi kıpır kıpır etmeye yetti.

 

Sağlığım yerinde. Kondüsyonumda hiç fena değil; günde 15 ila 25 km yürüyorum ve son zamanlarda 30 ila 50 dakika arası kondüsyon bisikleti üzerindeyim. Eh, Ağrı’da 4.650 metreye kadar da deneyimliyim. Geriye kalıyor 487 metre. Eee, artık onu da çözersin, diyerek bağlantılarımı yaptım. En az şu anda bu notları yazarken heyecanlandığım gibi heyecanlı idim. 71 yaşındayım ve belki de bu yaşta Ağrı Dağı’nda zirve yapan ilk Türk olabilirim. İlk olmak hiç önemli değil benim için ama yaşıtlarıma ve hele de gençlere örnek olmak en büyük emelim.

 

Bu etkinliğimi de UNICEF için bağış toplamak için adamaya karar verdim. 

BAĞIŞ Linki - cutt.ly/zZkW4Yt

 

Başarı ile zirve yaptıktan sonra şöyle bir not düşmüştüm sosyal medyaya:

"Evet, bir hayalim daha gerçekleşti...

Zaten hayal kurmadan neye ulaşabiliyoruz ki?

 

Ancak, MONTİS (Ercan Selim Kolbakır ve Gökhan Hisarcıklılar) olmasaydı bu iş çok zordu. Tüm MONTİS ekibine, katılan, destekleyen dostlara binlerle selâm olsun... İyi ki her biri tekrar tekrar yaşamıma dokundular ve dokunmaya devam ediyorlar...

 

HAYALLERİNİZİN PEŞİNDE KOŞMAKTAN ASLA VAZGEÇMEYİN...

İNANIN, KENDİNİZE GÜVENİN BAŞARIRSINIZ..."

 

Evet,

Hele bir de yoldaşınız size sizin kendinize güvendiğinizden, inandığınızdan daha fazla güveniyor ve inanıyorsa sonuç kendiliğinden geliyor...

 

Biliyorsunuz, daha önceleri de geldim bu dağa. Ancak 4.650 metreden öteye gidememiştim. Yine de Ağrı'nın, göründüğünün aksine inanılmaz zor bir dağ olduğunu bu tırmanışımda anladım. Himalayalar'da 5.416 metreye kadar çıktım ama Ağrı'nın 5.137 metresinin zorladığının onda biri kadar zorlanmamıştım. Zirve plâtosuna girmeden biraz aşağıda kar ve buzulun başlaması ile ayağımıza geçirdiğimiz kramponlar ile ilk kez tanışmama rağmen kar, buzul öncesi bölümü tırmanmamda zorladığım kadar zorlanmadım. Hatta o bölümde, uzun bir yükseliş olmasına ve enerjimin düşmüş olmasına rağmen pek zorlanmadım. Devamlı kayalıklar arasından, çarşaktan ve de sürekli yükselerek çıkmak insanın bütün enerjisini sömürüyor. İşte bu noktada dağcılıkta neden en az bir yoldaşla zirveleri zorlamanın şart olduğunu anlıyor insan. Konu sadece güvenlik değil bence karşılıklı moral desteği çok daha önemli. Gerçi benim durumumda moral desteği sürekli tek taraflı geldi, Ercan'ımın beni bir kucaklayıp zirveye taşımaması kaldı...

 

Yaşamın her alanında olduğu gibi dağcılıkta da, belki dağcılıkta biraz daha fazla, başarı ekip çalışması ile oluyor. Ekibin uyumu ve lider kadronun işbilirliği sonucu başarı kaçınılmaz olarak geliyor. Ekip liderlerinden tüm rehberlerine, aşçıbaşından yük taşıyıcılarına kadar tüm arkadaşların sayesinde işte bizim grubun 9 katılımcısından dokuzu da mutlu sona güçlü bir şekilde ulaştı.

 

Zirveye attığım son adımla gelen hıçkırıklarıma engel olamadım. Hiç kimseye aldırmadan iki büklüm, katıla katıla ağladım... Kısa bir an, sonra doğruldum ve bu sefer kahkalarla önce liderime sonra tüm dostlarıma sıkı sıkı sarıldım... Zirve insana böyle duygu patlamaları yaşatıyor işte.

Sonra geliyor iş belgelemeye ve şıkır şıkır makineler çalışmaya başlıyor. Bayraklarımızla, flâmalarımızla...

 

Çok şanslıydık biz. Tamam zirvede rüzgâr vardı ama kuvvetli olmasına rağmen öyle dondurucu değildi. Hatta çok rahatlıkla eldivenlerimi çıkarabildim. Eldiven deyince öyle arktik eldivenler düşünmeyin, giydiğim yer yer suni deri destekli polar eldivenler bana yetti ancak yine de her olasılığa karşın yüksek irtifa için destekli eldivenlerimi de yanıma almıştım. Ekstrem yerlerimizi, el ve ayak parmakları, burun ve kulaklar, yüksek irtifada korumamız şart. Bu irtifalarda buz ısırması (frost bite) sonucu uzuvları kaybetme olasılığı riskini akıldan çıkarmamalı, iyi korumalıyız.

 

Şimdi aklıma geldi; taş düşmesi riskine karşı ekip liderlerimiz daha işin başında kask giymemizi gerekli gördüler. Ancak ben bunun faydasını tırmanışta değil inişte gördüm. Yüksek kampa inerken tam 9 kere popom dağ ile öpüştü ve özellikle ilk düşüşümde kafam yere çarptı. Kask olmasaydı sonuç ne olurdu kestiremiyorum doğrusu...

 

İniş, zirve yapmış olmanın verdiği huzurla sakin sakin başladı. Altıbuçuk (06.30) saat süren tırmanıştan sonra depoladığımızın gücün ne derece tükenmekte olduğunu düşünebilirsiniz. İşte burada babamın aklıma kazıdığı deyişi sürekli zihnimde döndü dolandı: “Korkanın anası ağlamaz!” Her adımımı olabildiğince dikkatli bir şekilde atmama rağmen yukarıda da değindiğim gibi 9 kez yeri boyladım. Bu arada ikisi bayağı kötü idi. Böylesi sert, kayalıklı ve toz topraktan epey kaygan hale gelmiş bir dağlık arazide azami dikkat gerekiyor. Zirve yaptım diye asla rehavete kapılmamak gerek…

 

Dağla öpüşe koklaşa yüksek kampa ulaşmak büyük bir keyifti. Hele o yorgunluğun üstüne son yıllarda adını unuttuğum derin uykuyu, hemde deliksiz 7 saat, tatmak başarının kaymağı oldu.

 

 

 

 

 

AĞRI
AĞRI
AĞRI
AĞRI
AĞRI
AĞRI
AĞRI
AĞRI
AĞRI
AĞRI
AĞRI
AĞRI
AĞRI