
BOLKARLAR MEDETSİZ ZİRVESİ (3524 m)
Bolkarlar’ın o ünlü zirvesi Medetsiz bir grup doğaseveri daha zirvesinde ağırlayıp göğüslerine madalyalarını takarak ödüllendirdi…
Temmuz’un 11’ini 12’sine bağlayan geceyarısı saat tam 12.00’de heyecanlı bir grup insan Ankara’dan bir midibüse doluşarak Niğde’ye doğru yola çıktık. Hedef Ulukışla ilçesinin Darboğaz kasabasıydı. Grup heyecanlıydı, zira katılanların bazıları için bir ilk yaşanacaktı. Bir zirve etkinliği, hem de hatırı sayılır bir zirve; Medetsiz, Bolkar’ların zorlu zirvesi. Cumartesi (12 Temmuz) sabah erken saatlerde Darboğaz’a ulaştık. Gereksinimlerin başında gelen ekmek fırınının önünde durduk… Herkes fırına dalarken ben yandaki yeni açılmakta olan bakkala yöneldim. Biraz sonra hemen hemen herkes taze taze fırından çıkan pidelerin albenisine dayanamamış torbalarla pide ile ortalıkta dolaşmaya başladı. Tabii o çıtırlığa dayanamayıp hemen atıştırmaya başlamışlar. Ben de onların böylesine iştahla yemelerine dayanamayıp sırayla bir ondan bir bundan ufak parçalar kopararak sebeplendim.


Sonrasında kamp kuracağımız Karagöl’e doğru yola koyulduk. Yol gerçekten berbat, hele bir yerde, sanırım özellikle, öylesine bir kasis yapılmış ki geçmek gerçekten çok zor. Hepimiz araçtan indik ve yolu terkederek doğrudan aracın gidebileceği, Karagöl’e tepeden bakan, son noktaya kadar yürüdük. Bu kadar yol yorgunluğundan sonra hatırı sayılır bir tırmanış oldu hepimiz için. Tepede herkes malzemelerini yüklenip göl kenarındaki kamp alanına devam etti. Ben ilk ulaşanlardan oldum. Nedense, aceleci bir yanım var; yapılacak işin bir an önce sonuçlandırılması gerekir diye düşünüyorum. Hemen çadırı kurdum. Bu arada dostların hepsi gelip yerleşmelerini gerçekleştirdiler. Ama burada söylemeden geçemeyeceğim bir konu var: Arif, Hasan’dan daha yeni aldığı çadırı kurmakta zorlanmaya başladı. Hasan’la birlikte uğraştılar; olmadı. Serpil yardımlarına koştu; olmadı. Filiz ve ben deneyelim dedik; olmadı. Sonunda biz de pes edip uzaklaştıktan sonra, ben kendi işlerime dalmış olduğum bir sırada hemşerum (!) {Ha, pen Karadenuz’lu teğilem ama sevirem kendilerinu; Tirabzonlu’dur kendisu, daaa!…] Gülzade iki dakikada olayı çözmüş ve Arif’i huzura kavuşturmuş.



Bu kadar zorlu bir tırmanıştan sonra umutla beklediğim kahvaltı molası hiç te hoş başlamadı. Anormal ve dondurucu bir rüzgar var. Birşeyler yemeği düşünecek halim yok. Nasıl ısınırım, onu düşünüyorum. Ama zorladım kendimi ve canımın hazırladığı sandöviçin yarısını zorla da olsa Nilüfer’in verdiği çayla mideme indirdim. İşte beklenilen an; güneş yüzünü gösterdi. Ve ben, Nazım’ın şiirini okuyarak o yöne doğru koştum; Akın var akın Güneşe akın… Güneşi zaptedeceğiz, Güneşin zaptı yakın!… O beni zaptetti, her yanımı sarıp sarmaladı… İşte senin gereksinimin diyerek beni kollarına alıp içimi ısıttı. O ana kadar eksiye geçerek beni yıkmaya çalışan olumsuz duygular yavaş yavaş yerlerini olumlularına bırakmaya başladılar. Kendimi yeniden doğmuş gibi hissederek yola devam etmeye başladım.



Hava bozacak gibi… Geri dönmemiz gerek… Dağ dağlığını göstermek üzere. Ama yine umuyorum, kampa dönene kadar hava bozmayacak… Dönüş yolunda öğle yemeği için karar verdiğimiz noktaya kadar havasal açıdan sorun yaşamadık. Hatta bazı arkadaşlar güneşten uzak yerler aramaya başladılar. Ben de bir köşeye çekilip bizden sonra gelen dostların görüntülerini almaya başladım. Tabii bu arada yemeklerini hazırlayıp yiyenler de var. Herkes geldi yemeklerini bitirmek aşamasına geldikleri anda damlalar toprağı okşamaya başladı. Herkes hemen yağmurluklarını üstlerine geçirdiler. Ardından hızla toparlanıp yola koyulduk. Önce dolu, sonra yağmur, sonra kar, sonra tipi; bir yandan gök gümbür gümbür… Hiçbiri bizi perişan edecek düzeyde değil… Ancak ilk bıçak sırtına ulaştığım ve Hasan’ı orada gördüğüm anda moralim bir kat daha arttı. Zira ondan bu iki bıçak sırtında bana destek olmasını rica etmiştim. Unutmamış, benden çok daha önde olmasına rağmen orada bekleyerek benim karşıya geçmeme yardımcı oldu. Beni, dilerim bir arkadaşım orayı geçerken görüntülemiştir; korkudan neredeyse yere kapaklanmak üzereydim. Burada Hasan bana destek oldu ya artık güvenim daha fazla… İkinci bıçak sırtında da beklemiş ve başarıyla orayı da onun desteğiyle geçtim.

Ama bu arada Hasan da biraz kaygılıydı… Herkesin olabildiğince hızlı hareket etmesini istiyordu. Zira hava anormal elektrik yüklü ve devamlı birilerini olumsuz etkilemekte imiş. Kendisi yüzüğünü çıkarmak zorunda kalmış, çünkü elektrik akımı görüntüsü yanında sesler de duymaya başlamış. Bazı arkadaşlarımızın saçları dimdik olmuş. Hatta bir arkadaşımız kulaklarında yanma dahi hissetmiş. Bunlar söylenirken ben garip garip yüzlerine bakıyordum… Bu arada Hasan neredeyse yalvararak herkese bir an önce aşağıya ulaşmamız gerekliliğini vurgulamaya çalışıyordu. İşte o sıralarda ben de yağmurluğumun fermuarında bir elektrik akımı sesi duydum. Garip bir şekilde hoşuma gitti dersem yalan olmaz. Neden mi? Eee… Herkes bir yıldırım çarpmasından söz ediyor ben olayın farkında bile değildim…

Son zorlu etabı da iniş olarak gerçekleştirdikten sonra hava iyice ısınmaya başladı. Ne kadar ilginç… Az önce ıslanıp, elektrik akımlarının hücumuna uğrarken şimdi sıcaktan bunalıyoruz!.. Nasıl olsa artık rota çok açık bir şekilde belli olduğu ve risk olmadığı için Hasan herkesin bağımsız olarak hareket edebileceğini söyleyince kopmalar başladı. Ben de ilk kopanlardan olarak kamp alanına neredeyse sürünerek ulaştım. Tam 11 saat 45 dakikadır tırmanış etkinliğindeyiz, önceki gecelerin uykusuzluğu cabası.

